13 Mayıs 2007 Pazar

ACABA 3: Türkiye'de Asker-Sivil İlişkileri 50307

ACABA 3

YAYIN TARİHİ 3 MAYIS 2007

KONU: TÜRKİYE’DE ASKER-SİVİL İLİŞKİLERİ


GİRİŞ

Cumhurbaşkanı seçimi ilk tur oylamasından görüntüler…
Genelkurmay’ın gece açıklaması internet sitesi görüntüsü…
M Ağar ve E Mumcu'nun basın toplantılarından görüntüler…
Televizyonlardan açıklama ile ilgili yorumlar…
Çağlayan mitinginden görüntüler…
Cemil Çiçek'in hükümet adına yaptığı açıklama…
Abdullah Gül TRT’de gazetecilerle…
Başbakan Tayyip Erdoğan erken seçim kararını açıklıyor…



F KORU:

Türkiye’de asker-sivil ilişkileri her zaman sorunlu olmuştur. Bunda Türkiye Cumhuriyeti’nin çoğunluğu asker kökenli Mustafa Kemal ve silâh arkadaşları tarafından kurulmuş olması kadar Askeri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi” verilmesinin rolü de büyüktür. “Cumhuriyet’in tehdit altına düştüğü” iddiaları ne zaman gündeme gelse Türkiye’de bir rejim krizi mutlaka yaşanır.

Askerî müdahaleyle sonuçlanmış ilk diyebileceğimiz rejim krizinde darbeye muhatap edilenin, Cumhuriyet’in kurucu kadrosundan, Atatürk’ün başbakanı, ekonomi bakanı Celal Bayar olması ilk bakışta garip görünebilir. Celal Bayar’a isnat edilen suçlar arasında ‘irtica’ konusunun bulunması da, onunla birlikte Yassıada’da yargılananlar arasında üniformalı üst düzey subaylar bulunması da garip gelebilir. Garip gelmesin. Çünkü bundan daha garibi var: İki kez askerî darbeye muhatap olmuş Süleyman Demirel, çok sonraları, ülkemizin ilk ‘post-modern darbesi’ sayılan 28 Şubat sürecinin mimarı olacaktır.

Abdullah Gül
(Görüntü: Abdullah Gül’ün TRT’de yayınlanan ‘enine boyuna programında söylediği “Benim için esas sürpriz geçen hafta sonuydu” bölümü buraya konulabilir.)


SES

Geçtiğimiz hafta sonu cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün ‘hayatının sürprizi’ sayacağı bir gelişme yaşandı. Cuma akşamı, neredeyse gece yarısı oluyordu ki, gazete ve televizyonların savunma muhabirleri, Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine bir açıklama metni konulduğu konusunda uyarıldılar. Metinde bundan önceki müdahalelere de gerekçe olmuş bazı ‘irtica’ iddiaları eşliğinde şu satırlar da yer alıyordu:

“Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. / Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”


SES:

Yabancı basına, en masumu “Türkiye bıçak sırtında” olmak üzere hiç beklenmedik yorumlar yazdıracak bir gelişmedir bu. İngiliz Times gazetesi, "Türkiye’de bir askeri darbe hiçbir zaman dışlanamaz. Böyle bir adım, ülkenin ekonomisi için bir felaket olur" der. Financial Times manşetten duyurduğu başyazısını ve iki ayrı haberi Türkiye’de yaşanan son gelişmelere ayırır. "Türkiye’nin orduya değil erken seçime ihtiyacı var" manşetiyle yayınlanan gazete, Türkiye’nin tehlikeli bir siyasi krize girdiği değerlendirmesinde bulunur ve yaşananları bir "deja-vu" olarak nitelendirir. Independent, AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülkenin askeri bir darbenin kıyısında yürüyor olma ihtimalini "inanılmaz" olarak nitelendirir. Türkiye’de 50 yıl içinde askerin üç kez darbe yaptığı, 1997’de de İslamcı bir hükümetin sona erdirilmesine yardım ettiği ifade edilen haberde, askerin bu son tepkisinin pek çok kişi için sürpriz olduğu ifade edilir. Washington Post, askerlerin özgür seçime müdahale ettiğinden bahis açar. Fransız Le Monde gazetesi, Mustafa Kemal tarafından getirilen devlet ile din arasındaki keskin ayrımın sona erdirilmek istenmesinin krize sebep olduğunu yazar.
Türkiye sürekli gündem üreten, gündem sıkıntısı hiç çekilmeyen bir ülkedir, ancak en sık yaşanan olay, hatta “Artık bir daha olmaz” dedirten iç ve dış şartlara sahip bugün bile “Ben buradayım ve hep burada olacağım” diye kendini hatırlatan gündem maddesi askerin siyaset alanına yansıyan görüntüsüdür.


H. Bülent Kahraman
Bunu hazırlayan çok önemli tarihsel koşullar var. İttihat ve terakki partisinden beri devam eden bir süreç bu. Bildiğiniz gibi jön Türklerle ordu, belli bir dönemde 1908in hemen öncesinde bütünleştiler ve ondan sonra bizim modernleşme tarihimizin – siyasi modernleşme tarihimizin en önemli unsuru tarihsel blok içinde gerçekleşmesi haline geldi. Tarihsel blok dediğimiz ordunun, bürokrasinin ve aydınların ittifakıdır ki, 1908 öncesinde çıktığını-oluştuğunu söylediğim model tamamen budur. Bu bizde 1950 ye kadar neredeyse kesintisiz bir şekilde devam eden bir süreçtir. Yani tarihsel blokun hakimiyeti altında Türkiye’de siyasi modernizm ve hatta toplumsal dönüşüm gerçekleştirilmiştir. İlk defa 1950de çevre faktörleri yani en geniş anlamıyla halk , antik Yunancasını söylemek gerekirse demos doğrudan doğruya siyasete ağırlığını koyabilme fırsatını yakalamıştır. Onun altında yatan en önemli neden de genel oy ilkesinin kabul edilmesidir. Fakat 1960 a kadar devam eden bu halk egemenliği diyelim, 1960ta yeniden merkezin, yani tarihsel blokun iktidarı geri alma çabasıyla kaygısıyla, girişimiyle kesintiye uğramıştır. 27 mayıs ihtilali budur. Ordunun, bürokrasinin ve aydınların ittifakı altında onların temsil ettiği bu tarihsel blokun, veların oluşturduğu bu merkezin iktidarı yeniden elde etme çabasıdır. Bu hep böyle bir tenis maçı gib devam eder. (02.54) 1960’ın adeta çevre tarafından rövanşı 1973 yılında alınır- pardon 1965 yılında alınır. 1965in, iktidarın çevreye ulaşması 1971 askeri müdahalesiyle sona erer. Tekrar 1973te çevre iktidarı ele geçirir. Bu 1980 askeri darbesiyle sona erer. 1980 den sonra çok uzun süre bu askeri müdahaleler tarihinin kesintiye uğradığını söyleyebiliriz. Bu bizi aldatmasın, bu bizim bütünüyle demokrasiye geçtiğimiz kanısını bence bizde uyandırmasın çünkü 1980 anayasası zaten toplumu apolitik bir toplum haline getiriyordu ve toplumda bir depolitizasyon sağlıyordu. Ve böyle bir toplum zaten, askerin 1980 anayasasıyla istediği forma girmiş olması demekti.


F KORU:

Türkiye’de “Ben bu filmi daha önce de görmüştüm” hissini veren askeri müdahalelerin temelinde hep aynı türden iddialar yatar. Sivil iktidarların milli davalara yeterince hassas davranmadığı bir iddiadır. “Vatanı satıyorlar” türü ithamlar bazı ağızlar tarafından dile getirilir. Siyasetçiler hırsızdır, yolsuzluk yaparlar, onlara her zaman ‘olağan şüpheli’ olarak davranılmalıdır. Halk cahildir, bu sebeple istismarcılara kolayca kanar. İstismar ise hep din konusunda olur. Darbeler öncesinde basında çizilen karikatürlerde yeşil takkeli, cüppeli kazma dişli bazı tipler, ellerinde lolipop şekeri, küçük kızlara sarkıntılık ederken resmedilir. Karikatürlerdeki küçük kız cahil halktır, yeşil takkeli cüppeli çirkin kişi ise din istismarcısı…
İrtica suçlaması iktidarlara karşı en sık kullanılan ithamların başında gelir.


Sadettin Bilgiç

Burada mühim olan nokta şu 1950 seçimlerinde demokrat parti yargı yönetim ve denetiminde Yapılan seçimde halk partisinin getirdiği kanunla %91 iştirakin %53 ünü almak suretiyle tek parti iktidarı olmuştur.Bu dönem içersinde demokrat partinin yapmış olduğu tek şey onu da Tek başına ne kendisi yapmadı imam hatip liselerinin açılmasınıda ona bağlarlar aslında İmam hatip liseleri 1948 senesinde Şemsettin Günaltay ‘ın başbakanlığı zamanında açılmıştır.Demokrat partide ihtiyaca binaen bunların çoğalmasına mani olmamıştır.Ezanın bugünkü şekli ile okunmasına gelincede tek başına demokrat parti değil halk partisinin de iştiraki ile meclislerden geçmiştir.Bilahere ezanın bugünkü şekli ile okunmasına eski şekli ile Okunmasına bu defa irtica damgası vurularak demokrat parti o andan itibaren irticai davranıyor damgası ile damgalanmaya başlamıştır.Demokrat partinin genel başkanlığında 50 Seçimlerinde cumhurbaşkanı seçilen sayın rahmetli Celal Bayar o zaman zaten Atatürk’ün başbakanıdır.Ve Atatürk ve Atatürk’ün ilkelerine fevkalade bağlı olan insanlardan birisi ve onların bunun dışında herhangi bir davranışa girmeleri mümkün değildir.


F KORU

Türkiye’de rejim krizi yaşanmaya başladığında çok ilginç bir gelişme hemen fark edilir. Eskiden yalnızca gazeteler vardı ve meslek adı olarak basın genel başlığı kullanılırdı. Bugün sayısız televizyon kanalı ve radyo istasyonuyla yüzlerce dergi de eklendiği için artık medya diyoruz. Fark edilen, rejim krizlerine gidilen süreçte medyanın davranış tarzıdır. Manşetler gerçeklerle ilgisiz vahim iddiaları yaygınlaştırmak için uluorta kullanılır, yorumlarda gerçekler ile yalanlar birbirine karıştırılır. Gözlerinizi kapasanız kulaklarınıza çarpan, gazete okumasanız ekrandan evinize konuk gelen medya organları, hep aynı çarpıtılmış gerçeği tekrar edip durur. Sonunda pes eder, yazılanların ve gösterilenlerin doğruluğuna sizler de inanmaya başlarsınız.

27 Mayıs 1960 ihtilali öncesinde, darbeye hazırlananlar, Harbiye öğrencilerinin kıyma makinelerinden geçirildiğine inandırılmışlardı. Halk ise Celal Bayar’ın -o zamana göre bayağı büyük bir miktar olan- 103 milyon lirası olduğuna, devlete getirilen hediyeleri zimmetine geçirdiğine ikna edilmişti. Demokrat Parti kadrosu tazı davasından da, bebek davasından da yargılandı ve kalıcı izler bırakmış bütün iddiaların yalan olduğu Yassıada’da meydana çıktı.


Yavuz Onursal

27 mayısın başlangıcı olan 28 nisan filan gençlik hareketleri yine aynı şekilde darbe teşvikçiliği yapmaktadır. Darbelerden sonra ne olur. Türkiye de 27 mayısta halkın oyuyla gelmiş bir iktidar gizli polisi yok, rahmetli Menderesin bir tek koruması vardı. Bir tek koruması ile gezerdi, gizli polisi yok gizli ordusu yok. (01.28) halkın oyuyla gelmiş ve seçime gidecekti ama buna müsaade etmediler. Ondan sonra ne oldu. Türkiyede bir bakın şöyle 27 mayıstan sonra 22 şubatta 21 mayısta cunta hareketleri ondan sonra 30 bin gencin sağda ve solda ölümü, genç insanların hangi ideolojiden olursa olsun öldürülmesi, hepsi aydınların işkenceleri hep bu ihtilallerle neredeyse neredeyse bir iç savaşa gidecek şekilde 12 eylüle geldik.
….

Türkiye de 50-60 zamanında Marksistler açıkça ortaya çıkamdıkları için CHPnin içinde odaklandılar. Ve o CHPnin içinde maalesef kemalizmi alet edip esasında bir Marksist devrim yapmak istiyorlardı. Zaten 12 marttan önce 9 marttaki ihtilal teşebbüsü Doğan Avcıoğullarının yönetiminde yapabilselerdi sosyalist bir cumhuriyet geliyordu. Doğan Avcıoğulları da İlhan Selçuk, hepsi bunlar CHPnin içinde 60 öncesi odaklanmış insanlardı. Bunlar sonra ayrıldılar. İP ve devrim gazetesine geldiler. Hatta ondan sonra sayın rahmetli Ecevit de bunu fark ettiği için ortanın solu ve reddi miras yaptı.


Sadettin Bilgiç

demokrat partinin de irtica ile uzak yakın alakası yoktur.(08.50) Ama nedense bunları söylemekle ve tahrik etmekle fayda umulduğu için bunlar yapılmıştır.(08.54) (10.55) 27 mayıs 1960 askeri müdahalesi gerek basının sol basının gerekse efendim halk partisinin devamlı şartlı? Telkinleri ile meydana gelmiş bir harekettir. Zaten Türkiye de maalesef aydınlarımız (10.22) seçim neticelerini bir türlü benimseyememişlerdir. Kırsal kesimin cahillerin oyları kandırılarak ellerinden alındı gibi iddialar ortaya atılmıştır. Nedense kendileri bunu bir türlü içlerine sindirememişlerdir.



SES

Çok acılar da çekildi. Türkiye’de askeri müdahaleler belli bir rutini izliyor. Önce aslı-astarı olsun olmasın bir dizi şikayet seslendirilip yaygınlaştırılıyor. Sonra halkın kendine ve yönetenlere güven duygusu asgariye indiriliyor. “Biri gelsin bizi kurtarsın da kim olursa olsun” beklentisi herkesi sarıyor. Ardından beklenen olunca kişisel hakları kullanılamaz hale getiren uygulamalar başlıyor ve yığınla mağdur ortaya çıkıyor.


Yavuz Onursal

Çok üzüntü ile seyrediyorum ki biz 68 kuşağıyız bu sıkıntıları yaşayıp geldik ben 12 yaşında bir idam mahkumunun oğlu olarak hayatdaydım yassıada mahmelerinden sonra babam dört buçuk sene hapis yattı babam ve arkadaşları o zaman o dönemde biz Türkiyede neler olduğunu gördük ondan sonra diğer kanatlarda gördü Türkiyede hakkını vermek lazım sol düşünen insanlarda cezaevlerine girdiler işkencelerden geçtiler Türkiye bunları yaşadı o dönem bir soğuk savaş dönemiydi bizim bugünkü anladığımız demokrasi ABD bile yoktu siyah beyaz meselesi hala 67 lerde 68 lerde vardı Fransada Degaul’ün gelişi 58 de bir darbe gibiydi soğuk savaşın başka bir atmosferi vardı ama şimdi duvarların yıkıldığı demokrasinin bukadar artık bir din haline geldiği yeni bir asırda hala bizim muhtıraları darbeleri düşünmemiz fevkalade beni üzüntüye sevk ediyor.08:30 ve maalesef bir şeyide üzüntüyle tespit ediyorum bir zamanlar darbelere maruz kalmış insanların neredeyse darbe çığırtkanlığı yapmasınıda bir demokrat olarak fevkalade ayıplıyorum.


SES:

Türk siyasi hayatının bir değişik yönü de kurallarının çok sık değişmesidir ve önemli değişikliklerin hemen hepsi askerî müdahaleler sonrasında oluşan havada gerçekleştirilmiştir. 27 Mayısçılar ve 12 Eylülcüler, danışma meclisleri kurarak Atatürk’ün yazdığı anayasayı bir tarafa bırakıp yeni birer anayasa yazdırdılar. Seçim ve siyasi partiler yasalarını kendi istedikleri biçimde oluşturdular. Millet Meclisi’nde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi varlığını sürdürdü, ama anayasada bu ibareye konulan eklerle egemenlik bürokrasiyle paylaştırıldı. Daha da önemlisi, sandıktan hep birbirine benzeyen iktidarlar çıkıyor diye, seçim sistemleriyle oynandı da oynandı. Neredeyse her seçime farklı bir sistemle gidilmesi uygulamasını ilk başlatan askeri yönetimlerdir.



Sadettin Bilgiç

1963 mahalli idareler seçimlerinde APnin oyu %34den %45,7 ye çıkınca bu defa senato seçimleri ertelenmiş idi. Ertelenen senato seçimlerine giderken bu defa senato seçimleri ekseri sisteminden barajsız nispi temsile çevrildi. Mahalli idareler genel seçimlerinde adalet partisinin %45,8 oy aldığı görülünce bu defa bu kanunda tadilat yapıldı. Senato seçimlerine 1964 te gidiyorduk (18.56) o zaman da Allah rahmet eylesin kurucu genel başkanımız olan Ragıp gümüşpala paşa 6 haziranda oy kullanılacak 4 haziranı 5 hazirana bağlayan gece vefat etti. Onun üzerine kimin genel başkan olacağı belli değil. Seçimde iktidarın kaderini tayin etmek kısmi cumhuriyet senatosu seçimi olmasına rağmen adalet partisinin oyları %50,9 çıktı. Bu defa milletvekili seçim kanununu derhal değiştirdiler. Barajlı nispi temsilden milli bakiye sistemi seçim kanununa çevirdiler ki %50 nin üzerinde oy almayan siyasi parti iktidarı yapamıyordu. Adalet partisi bu arada beş altı ay kadar genel başkalığı vekaleten idare ettik. Kongreye gidildi. Kongrede de sayın Demirel genel başkan seçildiğinde ikimiz de rekabet ettik. (20.17) ben gerçi demirelin genel başkanlığından sonra parti içerisinde genel başkanlık divanında genel başkan yardımcılıklarında görev almadım. Almamış olmama rağmen 1969a kadar sadece ulaştırma bakanı oldum. 1977de 65 seçimlerinde olmadım. 65 seçimlerinde bu defa ap %52.9 oy alarak iktidar oldu. Tek parti iktidarı oldu. Fakat tabi şimdiki gibi Türkiye genelinde baraj olmadığı için ve %1-2 civarında oy alan siyasi partiler de mecliste temsil edilebildiği için (21.22) adalet partisinin karşısında yani bir iktidar 5 tane muhalefet partisi vardı. 69 seçimlerine gidildi. Bu defa ap nin oyları %46,8e düştü. Seçim kanunlarında değişiklik yapıldı 68 senesinde. Ap 1961 de uygulanan seçim kanununu yeniden meriyete koydu. (21.56) bu defa anayasa mahkemesi bu seçim kanununu anayasaya aykırı kabul ederek tuttu anayasaya aykırı olan barajsız nispi temsili benimsetti. 69 seçimleri barajlı nispi temsille değil barajsız nispi temsille yapılabildi. Fakat tabi oy sayısında düşmeye rağmen milletvekili sayısında artma oldu. 257 milletvekili çıkartabildi parti. Seçimler bu şekilde tevari etti gitti.



F KORU

O kadar eski bir geçmişe takılıp kalmayalım. Bütün dünyada olduğu gibi bizde de kanlı darbeler tarihe karıştı. Artık idareye el konulup sivillerin koltuğuna askerlerin veya emirlerini askerden almaya alışmış hep aynı sivillerin oturduğu yönetimlerin işbaşına getirilmesi dönemi kapandı. Daha farklı oluyor müdahaleler, askerin sivile karışması daha sofistike bir usulle yaşanıyor. Bu işin adı bile daha gizemli artık; ‘post-modern darbe’ deniliyor gerçekleşene... Önce bir yapılacaklar listesi çıkarılıp o listede yer alan konulara hiç sempati duymayan iktidardaki siyasilerin önüne konuluyor; kendilerine dikte edileni yapmaya koyulurlarsa kendileriyle alay ediliyor, dayatmaya direnirlerse üzerlerinde ölümcül bir baskı uygulanıyor… Ta ki koltuklarını terk edene kadar…


Hasan Bülent Kahraman

28 şubat müdahalesi bence ilginç bir müdahaleydi. Çünkü ilk defa ordunun sivillerle, bana kalırsa yeniden bürokrasiyle işbirliği yapması sonunda ortaya çıktı. 28 şubatta ordu, evet milli güvenlik kurulunda mevcut yürütmeyi, o dönemin yürütmesini sıkıştırdı ama 28 şubatın asıl mimarı olarak dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i görmek gerekir.


SES:

Talihin bir cilvesi saymamız gerekebilir. 12 Mart ve 12 Eylül askerî müdahalelerinde başbakanlık koltuğunda oturan Süleyman Demirel, 28 Şubat döneminde artık cumhurbaşkanıydı ve askeri müdahaleyi o yönlendirdi. Bugün de siyasi ortamın ısınmasında, cumhurbaşkanı seçiminde, DYP ile ANAP’ın, kendi kuruluş felsefelerine taban tabana zıt bir tutum takınma noktasına getirilmesinde yine Süleyman Demirel’in rol oynadığını iddia edenler çıkabiliyor. Nereden nereye?

Her olağanüstülükte farklı roller üstlenen bir siyasi kadro da CHP’dir.


Hasan Bülent Kahraman

Şimdi bu tarihin içine Cumhuriyet Halk Partisi nerde duruyor: benim çeşitli kitaplarımda incelediğim en önemli unsurlardan birisi budur. CHP aslında, ittihat ve terakki içindeki muhalefet kadrolarının oluşturduğu bir siyasi örgüttür. (06.28) ama hiç şüphesiz Mustafa Kemalin önderliğinde, ismet paşanın aynı şekilde önderliğinde devam eden bu hareket ittihat ve terakki partisinin oluşturduğu siyasi modelin siyasi kanadını temsil ediyordu ve orduyla arasında daima kopmaz bir bağ vardı. Ya bir anlamda şunu söylemek mümkün, CHP aslında tarihsel blokun siyasal örgütüydü. Ve bu nedenle çok uzun süre 1973e kadar CHP ile ordu arasında adeta kopmaz, bütünlüklü bir ilişkiden söz etmek mümkün. 1973-77 belki 1980e kadar gelen dönemde bu bağ zayıfladı, çünkü 1971den itibaren CHP nin liderliğe hazırlanan kadroları ki; başını Bülent Ecevit çekmekteydi- ordunun geliştirdiği 1971 askeri muhtırasının doğrudan doğruya kendilerine karşı verildiğini söyleyerek ve bunun toplumdaki sol açılımları engellemeye yönelik bir girişim olduğunu ileri sürerek muhtıraya karşı çıktılar ve CHPnin ondan sonra yapılan 1973 seçimlerine merkezin değil çevrenin bir partisi olarak soktular. CHP de buradan tarihsel başarılarını, başarısını elde ederek çıktı. Bu 1977de de tekrarlandı. CHP nin yeniden açılmasından sonra ve özellikle Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra, ben o dönemin içinde yaşayarak da izleme, gözlemleme olanağını buldum – CHP yeniden kendisini klasik tezleriyle özdeşleştirdi. Yani klasik “altı ok” değerleriyle , “altı ok” kavramlarıyla kendisini özdeşleştirdi ve sadece laikliğe vurgu yapan bir cumhuriyet tanımını orduyla bütünleşerek kabul etti. O nedenle bugünkü muhtıranın hazırlanmasında etkisi, katkısı doğrudan, noktasal olarak nedir onu bilemem belki de yoktur ama (08.35) bu cumhuriyet halk partisinin uzun bir süredir orduyla dirsek teması içinde, en azından ideolojik bir yakınlaşma bir temas, bir benzerlik, özdeşlik içinde bir muhalefet yürüttüğünü söylememize imkan veriyor.



SES:

Gerekçeler makul değil ya, bir an için askeri müdahalelerin makul gerekçelerle yapıldığını kabul etsek de nihai gerçek değişmiyor: Her askeri darbe ülkeyi çağdaşlık yarışından koparıyor, biraz daha geriye götürüyor, dış müdahalelere açık hale getiriyor, insanları da daha fakirleştiriyor… Hep bilinen bir öyküdür ve şimdilerde gösterime giren Zincirbozan filminin de ana temasıdır: Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönme arzusu bunu milli çıkarlarına aykırı gören Türkiye tarafından engelleniyordu; sivillerin milli çıkarları koruyamadığı iddiasıyla yönetime el koyan askerlerin ilk yaptığı, kendilerine ‘yeşil ışık’ yakan Washington’u mutlu etmek için Yunanistan vetosunu kaldırmak oldu.


F KORU

Tabii, hemen bütün askeri müdahalelerin ardında ekonomik sebepler, yine hemen hepsinde dış faktörler de bulunuyor. Türkiye’yi kurtarma iddiasındaki kadrolar idareye el koyma girişimini yabancı başkentlerin onayını alarak gerçekleştiriyorlar… Bu durum sizde de bir yerli yapım melodram duygusu uyandırmıyor mu? Evin nazlı kızı çevredeki kötü bakışlardan korunur eski Türk filmlerinde, ancak kötü niyetli zengin bir yabancıya karşı korumasızdır genç kız. Siyasi hayatımızda da benzer motifler derhal fark ediliyor.
Türkiye’nin siyasî tarihine eğilince insanı hafakanlar basıyor, içine daral geliyor. 80 küsur yıllık Cumhuriyet tarihimizde olağanüstü saydığımız durumlar acaba olağan dönemler olmasın? Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği kısa yıllar da çöl ortasındaki istisnai vahalara benzetilebilir. Ne zaman gözümüz gönlümüz açılsa, rahat nefes almaya başlasak, kendimize güvenimiz gelse, sanki birilerinin hayat tarzına müdahale varmış gibi, “Türkiye laiktir, laik kalacak” avazeleri eşliğinde ortalık karışır.


Abdullah Gül
(Buraya TRT’de yayınlanan mülakattan “Biz kimin hayat tarzına müdahale ettik” bölümü alınmalı).



SES:

Bugün iktidarda farklı bir parti var. Ak Parti’yi kuranlar yakın siyasi tarihimizin girift ayrıntılarına vakıf bir kadro. Geçmişte nelerin neden yaşandığını biliyor ve ona göre davranmaya çalışıyorlar. İktidarlarının ilk beş yılında önceliği ülkede istikrarı yerleştirmeye ve o yolla ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeye verdikleri fark ediliyor. Parti tabanının sosyal, siyasal ve ekonomik hayatta daha belirgin roller üstlenmeye niyetli hatta kararlı olduğu da görülüyor. Bütün bunları çağdaşlık çizgisinde kalarak gerçekleştirmeye çalışıyor Ak Parti. Geçmiş müdahalelerde, darbeciler neden şikâyet ettiler ve neyi gerekçe gösterdilerse, iktidardaki politikacılar o şikâyetler ve gerekçelerin tam tersini yapıyorlar bugün.


Hasan Bülent Kahraman

AKP dünyada ortaya çıkmış yeni kavramlarla bütünleşmeyi öngören din modernite ilişkisinde Türkiye’deki klasik tezi yineleyen yani modernleşmeyi dinin önüne geçiren, modernleşmenin dinin belli pozisyonlarını kapsayacağını varsayan, dini modernleşmenin önüne geçirmekten kaçınan bir parti olarak oluştu. Onun siyaset sosyolojisi açısından birinci özelliği bu. İkinci özelliği, AKP zamanında Demokrat Partinin, sonra Adalet Partisinin ve sonra Anavatan Partisinin hakim olduğu, benim merkezdeki çevre diye adlandırdığım zaman zaman varoşlar diye ifade edilen, kırsal alandan kentsel alana yeni göç etmiş kitlelerin partisi oldu. (12.56) bu kitleler bence sosyolojik açıdan incelenmeyi hala gereksinen kitlelerdir. Kendi içlerinde nispi olarak, göreli olarak muhafazakardırlar, dinle belli ve somut bir ilişkileri vardır ama bu onların modernleşme yönünde herhangi bir kaygı taşıdıkları anlamına gelmez. Tam tersine bu kitleler metropolitan alanla, kentsel alanla ve moedrnleşmenin diğer imkanlarıyla çok hızlı bir biçimde (13.23) bütünleşmek ve onun nimetlerinden yararlanmak isterler. Dolayısıyla bunlar sosyolojik tabirle söylemek gerekirse yukarı doğru hareketli olan kitlelerdir ve Türkiye’de benim aktif modernleşme dediğim unsuru gerçekleştiren kitleler de aslında bunlardır. AP DP ANAP geleneği de bunu hazırlamıştır. AKP ikinci olarak bu tabanın üstünde oturur. Üçüncü ve çok önemli bir unsur AKPnin içinde yer alan ve benim “Türk Sağı ve AKP” isimli kitabında çevredeki merkez diye adlandırdığım, anadoluda yerleşik olarak devam eden muhafazakar sermaye çevreleridir. Bunlara zaman zaman Anadolu kaplanları diyoruz , zaman zaman Anadolu sermayesi diyoruz, bunlar da belki muhafazakar ama yaptıkları ticaret ve içinde bulundukları iş dünyasının diğer koşulları nedeniyle dünyayla çok hızlı biçimde eklemlenme ihtiyacını duyan bir kesim olarak ortaya çıktı.


F KORU

Türkiye bir cumhurbaşkanlığı seçimi süreci içerisinden geçiyor ve iktidardaki parti adayını üçüncü turda seçtirebilecek sayısal güce sahip. Aday gösterilen Abdullah Gül ilk turda seleflerinden daha fazla oy almayı başardı, ama seçilmeyi başaramadı. Sonra da süreci durduracak gelişmeler yaşanmaya başladı. Birbiri ardına neler oldu hep beraber gördük.
İki hafta üst üste, önce Ankara’da sonra İstanbul’da, meydanları dolduran kalabalıklar, halkın belli bir katmanında, artık geride kaldığını sandığımız bir büyük kaygı ve endişenin korku düzeyinde yaşandığını açığa vurmuş oldu. Kadınlar Cumhuriyet’in kazanımlarının ellerinden gideceği korkusundaydı sözgelimi. Ya da kendilerini ‘farklı’ hisseden gruplar iktidar eliyle muhafazakârlaşan Türkiye’de eski hayat düzenlerinin kalmayacağından endişeliydiler. Başlangıçta hayli belirgin olan demokrasi vurgusunu iktidarın beşinci yılında belli belirsiz hale getirmiş Ak Parti’nin de muhtemelen kabahati vardı bu korkunun bütünüyle ortadan kalkmamasında.


Hasan Bülent Kahraman

Büyük hatası AKPnin bence AKPnin şimdi sokakları doldurmuş olan milyonlarca insanın dile getirdiği ifade ettiği korkuları engelleyememesidir. Bu olacak şey değil. Yani siyasetin, demin söylediğim gibi sadece çoğunluk temelinde olmadığı bir şeyi, bir partinin anlamasıyla yapması gereken , kendi dışında kalan siyasi unsurlarla belli konsensusları, uzlaşmaları yerine getirmesidir, sağlamasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, AKP bunu sağlamakta son derece yetersiz kaldı.


Yavuz Onursal
Valla tabi hükümete ve AK partiye büyük (12.46) vazife düşüyor. Yine gayet samimiyetimle ifade etmek istiyorum erken seçim kararı mutlaka alınmalı. Zaten normali altı ay yani. Altı yedi ay kaldı. Bu insanların bir yerde gazını alır, şeyini alır, bu iyi bir şey. Ak partinin de daha merkeze gelmesinde ben fayda umuyorum. Türkiyede dikkat ederseniz %55 oy alan partiler daima bir kitle partisidir.burada değişik görüşlerin değişik renklerin olması lazımdır. Ak parti de bu rengini daha böyle fazlalaştırmakta büyük fayda var. Çünkü şu anda benim şahsi düşüncem , ak partinin alternatifleri bir koalisyonun, son beş senede yapılan bütün güzel şeyleri yıkacağı kanaatindeyim. Ama akpartinin de kendisini revize edip Türk halkının karşısına öyle çıkmasını ben faydalı görüyorum.


(Giriş görüntüleri tekrarı)
Cumhurbaşkanı seçimi ilk tur oylamasından görüntüler…
Genelkurmay’ın gece açıklaması internet sitesi görüntüsü…
M Ağar ve E Mumcu'nun basın toplantılarından görüntüler…
Televizyonlardan açıklama ile ilgili yorumlar…
Çağlayan mitinginden görüntüler…
Cemil Çiçek'in hükümet adına yaptığı açıklama…
Abdullah Gül TRT’de gazetecilerle…
Başbakan Tayyip Erdoğan erken seçim kararını açıklıyor…)



F KORU

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesine koyduğu açıklama, CHP lideri Deniz Baykal’ın “Yoksa çatışma çıkar” tehdidi ve Çağlayan mitingi gölgesinde kalarak Anayasa Mahkemesi’nin verdiği son karar, cumhurbaşkanlığı seçimini imkânsız hale getirdi. İktidar partisinin aldığı kararla ülke erken seçime gidecek.
2002 yılında da, ne olduğunu ancak bugünden geriye bakarak kestirebildiğimiz şartlarda gitmişti ülke bir erken seçime… 2002’de istenmeyen bir partiyi koalisyon hükümetinden atmak için bir kumpas kurulmuş, o partinin lideri de “Erken seçim isterim” diye tutturmuştu. Kumpasın içerisinde eski ve yeni politikacılar, medya patronları, gazeteciler vardı.
Bugün ise erken seçimi zorlayan, CHP’nin anlaşılmaz tavrıyla Anavatan ve Doğru Yol partilerinin CHP’ye verdikleri destek oldu. Anavatan ve Doğru Yol CHP’nin peşine takılmış durumda. Bu defa da bir medya patronunun katkısından söz edenler var. Bu sonucu almak için yine gazete köşeleri kullanıldı.
2002 yılında “Erken seçim isterim” diye tutturan parti baraja takılmıştı. Bu defa davranışlarıyla Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engelleyen ve bu yüzden erken seçimi zorunlu hale getiren ANAP ve DYP’nin hali ne olacak dersiniz?
Seçimler demokrasilerin nefes borusudur. Kurt bulanık havayı, demokrat ise seçim havasını sever. Yapılacak seçim, bakalım bu defa kimleri tasfiye edecek, kimlerin önünü açacak? Türkiye’de askeri müdahaleler devrini bütünüyle sona erdirecek tam bir ‘kırılma seçimi’ de olabilir alelacele gittiğimiz bu seçim.
Neden olmasın?

Hiç yorum yok: